Serhan YEDİG, 17 Ekim 2011
Sonbaharın ressamları kıskandıran renklerle dolu fırçası Batı Karadeniz ormanlarında dolaşmaya başladı. Küre Dağları’nın yüksek yamaçlardaki orman güllerinin yaprakları kan kırmızısına döndü. Böğürtlen çalıları pembeye, kestane ve gürgen ağaçları altın sarısına boyandı. Avrupa’nın canlı çeşitliliği açısınan en zengin ormanlarından biriyle kaplı Küre Dağları Milli Parkı birkaç hafta içinde tamamen sonbahar renklerine bürünecek. Kastamonu’nun milli park sınırları içindeki Pınarbaşı ilçesi bugünlerde yürüyüşçülerin, fotoğrafçıların, motosikletlilerin uğrak yeri. Görkemli Valla Kanyonu, Ilıca Şelalesi ve ormanlarda bu görsel şölen kasım sonuna kadar sürecek.
Kastamonu’da çevresi yüksek, ortası çukur alanlara “kokurdan” adı veriliyor. Çorakkıran Tepesi’nin (1134 metre) yanı başındaki Kokurdan Yaylası da çam, köknar, gürgen ormanının ortasında çorba tabağını andıran bir çayırlık. İçinden ince bir dere geçiyor. Valla Kanyonu’nun yanı başındaki bu yayla Kerte Köyü’nün otlağı. İhsan Bey’in yaz boyunca piknikçilere ve odun yüklü kamyonların şoförlerine çay, meşrubat servisi yaptığı, yaban hayvanlarından korunmak için çevresini yüksek tel çeperle çevirdiği çadırdan başka hiçbir yapı yok çevrede. Kokurdan’ın özelliği, panoramik kanyon manzarasının en güzel göründüğü Tukurkaya’ya bu yayladan ulaşılması.
Ilıca Köyü’nden hareket eden midibüsümüz, yazdan kalma güzel bir cumartesi sabahında Devrekani Çayı’nın oyduğu derin vadinin doğu yamacına yavaş yavaş tırmanıyor. Sabah vadiye girerken gördüğümüz, çayın üstünü tül gibi kaplayan sis perdesi kaybolup gitmiş. Yerini pırıl pırıl bir güne bırakmış. Kerte Köyü’ne bağlı, birkaç evden oluşan, mahalleler yol boyunca sıralanmış: Kayaali, Kancılar, Gedik... Meyve ağaçlarıyla kaplı bahçelerinde mısır, fasulye yetiştirilen ahşap evlerde kış hazırlıkları çoktan başlamış. Kazanlarda reçellik kızılcıklar, pekmezlik yaban elması şırası kaynatılıyor. Yolda tek tük köylüye rastlıyoruz. Kadınlar düğüne gidermiş gibi rengârenk giyinmiş. Kırmızı, siyah çizgili etekler, mavi iplikle desen işlenmiş parlak sarı yelekler, kavuniçi gömlekler... Dağlardaki renkler bir yana, sadece bu bölgenin yerel giysili kadınları bir fotoğraf sergisinin konusu olabilir...
DÜNYANIN EN ÖNEMLİ 200 ORMANINDAN BİRİ
Bu yıl gelmek bilmeyen yaz, şimdi de gitmekte ayak diretiyor. Sonbahar eşikte, sırasını bekliyor. Ekimin ortasına geldiğimiz halde, Küre Dağları’nda geceleri sıcaklık 5 dereceye kadar inse de, gündüz 20 derece civarında. Bu nedenle güz renkleri ormanlara yeni düşmeye başlamış. Kuzeye bakan, güneş almayan sırtlardaki dağ güllerinin, dağ asmalarının yaprakları, papaz külahlarının meyveleri kıpkırmızı. Böğürtlenler ise henüz gül pembesi tonlarında. Kayınların bir kısmı altın sarısına dönmüş. 10 gün içinde tüm ormanlar bu renklere boyanacak.
Kokurdan’dan Tuturkaya’ya yürüyüş mesafesi yaklaşık 10 kilometre. Bu güzergâhı, ormandaki kestirme patikalardan yürümek de mümkün, mesafeyi uzatıp orman yolundan da. Orman yolu beyaz-kırmızı boyayla işaretlenmiş. Fakat bizim rehberimiz Emrah Özkök “Yollar kamyonlar, patikalar insanlar içindir” felsefesini savunuyor. Bu nedenle, farklı mesleklerden, 25-60 yaş arasındaki yürüyüşçülerden oluşan 20 kişilik grubumuz önce orman patikalarında, kayaların arasında iki saatlik heyecan yaşayıp, ardından orman yolunu seçiyor.
Kastamonu’dan Bartın’a uzanan Küre Dağları, Avrupa’daki korunması gereken 100 önemli ormandan biriyle kaplı. Uluslararası Doğa Koruma Vakfı’na (WWF) göre, dünyadaki en önemli 200 ekolojik bölge arasında. İçine köylerin de girdiği 37 bin hektarlık alan 11 yıldır milli park statüsünde. Her ne kadar şimdilerde HES projelerinin tehdidi altında olsa da, doğası korunuyor. Bölgede ayıdan sırtlana, vaşaktan kurta pek çok yaban hayvanı yaşıyor. İçlerinde en korkulanı ayılar. Ağırlığı 400 kiloyu bulan bu dev hayvanlar, ansızın karşısına çıkılmadıkça, yavrulu annelerine rastlanmadıkça insanlardan uzak duruyor. Yollardaki ayak izlerine, dışkılarına, ormanın kuytularındaki ezilmiş otlara bakılırsa, bu bölgede nüfusları epeyce kabarık. Nitekim yolda karşılaştığımız köylüler o gün biri yavrulu iki ayının görüldüğünü söylüyor. Güvenli yürüyüş için arada bir bağırmak, gürültü yapmak, çevredeki hayvanları varlığınıza dair uyarmak gerekiyor. Bizim grupta bu görevi üstlenenler elindeki nacakla yol açan rehberimiz ve artçı yürüyüşçü.
SOLUK KESEN MANZARA
Elimdeki GPS’e bakılırsa, çevremiz yüksekliği 1100-1300 metre irtifadaki tepeciklerle çevrili. Fakat yüksekliği 20 metreyi bulan ağaçların arasından bu tepecikleri görmek mümkün değil. Orman içinde bir süre yükseldikten sonra, Takur Tepe’ye (900 metre) doğru inişe geçip, ardından orman yoluna giriyoruz.
Sonbaharda doğada yürüyüş yapmanın en güzel yönlerinden biri, yol boyunca damağınızı tatlandırma fırsatı sunması. Erik iriliğindeki böğürtlenler, kıpkırmızı yaban elmaları, frigler, alıçlar damağınızı, yabani nane, kekik ve birçok aromatik bitki burnunuzu şenlendiriyor. Allahçıkaran Sırtı’nı geçip Tukurkaya’ya vardığımızda bizi Valla Kanyonu’nun ilk çarpıcı manzarası karşılıyor: Karşımızda sur kapısı gibi heybetli Hacer Kayası (900 metre), batımızda Gök Tepe (980 metre)... Fakat kanyonun alt tarafı bitki örtüsünden görünmüyor.
Patika işaretlerini takip edip, 500 metre kuzeyimizde, Kanlı Çay’la Devrekani Çayı’nın birleştiği vadiye bir ok gibi uzanan diğer kayalığa doğru iniyoruz. Her iki yanımızda uçurumlar, ardında görkemli kaya duvarlar var. Kış boyunca Karadeniz’in şiddetli poyrazıyla kamçılanan sarp kayalardan geniş yapraklı, güçlü gövdeli meşeler, köknar ağaçları yükseliyor.
Orman içindeki kayaların aksine burada taşlar çıplak, hatta cilalanmış gibi. Sadece ağaç kökleri zümrüt yeşili yosunla kaplı. Taşların üstünden sekip, son bir kaya blokuna tırmanıyoruz. Ayaklarımızın altındaki manzara, yükseklik korkusu olanlarda ani kalp krizine yol açabilecek kadar ürpertici. Kaya blokunun önünde, biraz daha alçak bir makilik var. Fakat iki yanındaki uçurumlar yaklaşık 600’er metre derinliğinde. Dikkatsiz atılan adım, kayan taş, çökecek kaya bloku insanı birkaç saniyede vadinin dibine indirebilir. Nitekim geçen yıl bir fotoğrafçı genç kızın bu kayalardan düşüp, hayatını kaybettiği söyleniyor.
Tüm bu ürperticiliğine karşın manzara müthiş. Kuzeybatımızdaki vadide, yaklaşık bin metreden, 300 metreye inen Derekani Çayı ve vadisi, güneydoğumuzda aynı çayın diğer vadisi, önümüzde geniş bir vadide akan Kanlı Çay uzanıyor. Üç ayrı akarsuyun kesiştiği izlenimi veren vadinin hemen arkasındaki tepede, 30 haneli Valla Köyü ve uzaklardan rahatlıkla görülebilen bayrak direği, çayın yatağındaki turkuvaz renkli gölcükler, uzaklarda pamuk gibi bulutlar...
Bu manzarayı görmek için bu kadar yol yürümeye değer.
YÜRÜYÜŞ PARKURLARI İŞARETLENDİ VERİLER YAYIMLANMAYI BEKLİYOR
Son yıllarda birbiri ardına Yenice Ormanları, Hitit Yolu, Azdavay’da yürüyüş parkurları hazırlayan, rehber kitaplar yayımlayan fotoğrafçı Ersin Demirel, geçen yıl Küre Dağları Milli Parkı’nda benzer bir çalışma yaptı. Geçmişte köylülerin kullandığı, kiraz, şimşir, tuz taşıdığı farklı rotalardaki patikalardan yararlanarak 36 yürüyüş ve 12 bisiklet parkuru hazırladı. Bu parkurları işaretledi. Bisiklet parkurlarının toplamı 900, yürüyüş parkurlarının toplamı 746 kilometreyi buluyor. Ancak parkurlara henüz tabelalar yerleştirilmedi. Milli Parklar Genel Müdürlüğü bu çalışmayı tamamladıktan sonra parkurlar, GPS kodları, yaban hayvanları ve diğer tehlikelerden korunma rehberi internette yayımlanacak, erişim ücretsiz olacak. (www.kdmp.gov.tr) GPS kodlarının bir bölümünü Ersin Demirel’in blog’unda bulabilirsiniz. (ersindemirel.blogspot.com)
FOTOĞRAFLARI İNTERNETTE YAYILDIKÇA ZİYARETÇİSİ ARTIYOR
Pınarbaşı Belediyesi iki yıldır ilkbaharda fotoğraçılara yönelik etkinlik düzenliyor. Pınarbaşı Ulusal Fotoğraf Buluşması bu yıl mayıs ayında ikinci kez düzenlendi. Fotoğraflar belediyenin web sayfaları ve Picassa üzerinden paylaşıma açıldı. Bu çabanın sonucunda Ilıca Şelalesi’ne gidenlerin sayısında önemli bir artış oldu. Şelale, ilçe merkezine 12 kilometre uzaklıkta. Ilıca Mahallesi’nden yaklaşık 10 dakikalık yürüyüşle ulaşılıyor. Belediye yollara taş döşemiş, şelalenin önüne bir seyir terası yapmış. Sarp dağlardan gelen su 10 metre yükseklikten dökülüyor. Bu arada şelalenin kaya duvarından da yeraltı suları çıkıyor. Köyde yerel mutfak ürünlerini tadabileceğiniz bir kır restoranı bulunuyor. Ilıca ismini bölgedeki sıcak su kaynağından almış. Park Ilıca bungalovlarının hemen arkasındaki Bizans hamamının sadece bir duvarı ayakta kalmış. Yeraltından çıkan su 24 derece ve şifalı olduğuna inanılıyor.
KARAFASILLI’NIN BUZHANESİ
Dereler, nehirler, yeraltı suları Pınarbaşı çevresindeki kireçtaşı dokusunu binlerce yıl içinde oyarak büyüleyici kanyonlar, mağaralar, yeraltı nehirleri meydana getirmiş. Dünyanın en uzun kanyonlarından Valla, ünlü Ilgarini Mağarası hep bu doğa olayının sonucu. Bölgede Ilgarini gibi keşfedilmeyi bekleyen birçok mağara bulunuyor. Bunlardan biri de Buzluk Mağarası. Pınarbaşı - Azdavay otoyolu üzerindeki Karafasıllı Köyü’nden yaklaşık bir saatlik orman yürüyüşüyle ulaşılıyor. Geniş bir girişi olan mağaranın tavan yüksekliği yaklaşık 20 metre, derinliği 150 metre. Üç büyük galeriden oluşuyor. Köylülerin kışın kar biriktirdiği, hazirana kadar buzlarını kullandığı mağaranın içinde su damlalarının oluşturduğu dev oluşumlar dikkat çekiyor. Tavandaki tuz ve metaller ışık tutulduğunda gümüş gibi parlıyor. Mağaranın dibindeki bazı galeriler defineciler tarafından kırılmış. Buna karşın son galerinin dibindeki oluşumlar büyüleyici güzellikte.
NASIL GİDİLİR
NASIL GİDİLİR
Kastamonu’nun Pınarbaşı İlçesi, karayoluyla İstanbul’dan 463, Ankara’dan 325 kilometre uzaklıkta. İlçede iki konaklama tesisi var: Paşakonağı sekiz odalı geleneksel bir Kastamonu konağı (0366 771 33 75), Park Ilıca beşi dubleks, toplam 14 bungalovdan oluşuyor. Bungalowlarda tuvalet, duş, sıcak su bulunuyor. (0366 711 23 57) Bölgeye yürüyüş odaklı tur firmalarıyla da gidebilirsiniz:
Kaynak : Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki (17 Ekim 2011)