6 Aralık 2011 Salı
Hitit Yolu AnadoluJet dergisinin Aralık sayısında
AnadoluJet dergisi 2011 yılının Aralık sayısında Hitit Yolu'na yer verdi.
Dergiye;
http://www.anadolujet.com/aj-TR/anadolujet-magazin/2011/aralik/makaleler/dunya-mirasi-hitit-yolu.aspx
linkinden ulaşabilirsiniz.
21 Kasım 2011 Pazartesi
Küre Dağları Pan Parks adayı
Küre Dağları Milli Parkı’nın PAN Parks süreci hazırlıkları 10. Avrupa Yabanıl Günleri Konferansı’nda değerlendirildi.
"Orman Koruma Alanları Yönetiminin Güçlendirilmesi Projesi" uygulamaları ile Küre Dağları Milli Parkı’nın 2006 yılından beri devam eden PAN Parks sertifikasyonu sürecinde son aşamaya gelindi. 2011 yılının son aylarında bağımsız uluslararası uzmanlarca gerekli denetimin yapılarak sertifikanın alınması için son hazırlıklar yapılmakta.
Küre Dağları Milli Parkı’nın PAN Parks süreci hazırlıkları 10. Avrupa Yabanıl Günleri Konferansı’nda değerlendirildi. 18 farklı ülkeden 67 uzmanın katıldığı Konferans, Estonya’nın Soomaa Milli Parkı’nda 14-16 Eylül 2011 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Bu konferansa PAN Parks adayı milli park olarak katılan Küre Dağları Milli Parkı’nın deneyimi ve PAN Parks süreci tüm katılımcılarla paylaşıldı.
Konferans sırasında PAN Parks sertifikalı Soomaa Milli Parkı’nda korunan alan yönetimi, ziyaretçi yönetimi, sürdürülebilir turizm stratejisi uygulamaları ve yerel işletmelerin turizm uygulamaları yerinde incelendi. GEF destekli “Orman Koruma Alanları Yönetiminin Güçlendirilmesi Projesi” proje yönetim biriminin uluslararası PAN Parks sertifikasyonunu denetimi sürecinde yer aldığı Litvanya’nın Dzukija Milli Parkı ve Cepkeliai Tabiatı Koruma Alanı’ndan oluşan korunan alan PAN Parks sertifikası alan 12. korunan alan olarak tescillendi.
PAN PARKS NEDİR?
PAN Parks, Avrupa’ya özgü, bağımsız bir korunan alan sertifikalandırma sistemidir. Bir korunan alanda sürdürülebilir turizmin geliştirilmesi yoluyla doğanın daha iyi korunmasını sağlamayı amaçlar. PAN Parks logosu Avrupa’da milli parklar için hem doğal değerler hem de sürdürülebilir turizm açısından bir seçkinliğin işaretidir.
Bir korunan alanın PAN Parks sertifikası alabilmesi için aşağıdaki 5 kritere sahip olması gerekmektedir:
Kriter 1 - Zengin doğal miras: Korunan alan içinde en az 10.000 hektar yabanıl alanın varlığı
Kriter 2 - Doğa Yönetimi: Korunan alanın yönetim planın olması
Kriter 3 - Ziyaretçi Yönetimi: Korunan alanın ziyaretçi yönetim planının olması
Kriter 4 - Sürdürülebilir Turizm Stratejisi: PAN Parks bölgesi için sürdürülebilir turizm gelişme stratejisinin olması
Kriter 5 – Ortaklıklar: Bölgede belirli kriterler çerçevesinde çalışan yerel işletmeler ve korunan alan yönetimi arasında yerel iş ortaklıklarının kurulması
Kaynak : www.kdmp.gov.tr
18 Kasım 2011 Cuma
Gastronomi Yolu tanıtıldı
Kızılırmak Havzası Çorum Gastronomi Yolu Projesi’yle ilgili çalışmalar sürdürülüyor...
Konuyla ilgili olarak Çorum Valiliği bünyesinde bir tanıtım toplantısı gerçekleştirildi. Çorum Müzesi Konferans Salonu’nda düzenlenen toplantıya İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, Çorum Müze Müdürü Dr. Önder İpek, Yerel Rehber ve Proje Uzmanı Ersin Demirel ile görevliler katıldı. Demirel’in proje hakkında bir sunum yaptığı toplantıda projeye dair sorular soruldu ve karşılıklı fikir alışverişi sağlandı.
Çorum Valiliği’nce geçen yıl hazırlanan ve uygulamaya konulan Hitit Yolu Projesi’nin ardından başlatılan Kızılırmak Havzası Çorum Gastronomi Yolu çalışmalarının hızla devam ettiğini kaydeden Demirel, “Proje kapsamında Kızılırmak Havzası boyunca uzanan yerleşim birimlerinin kültürel, tarihsel ve doğal güzellikleri değerlendiriliyor. Geleneksel ve özgün yemek kültürünün etrafında çalışmalar yürütülüyor. Bu çalışma sırasında öncelikle Kızılırmak Havzası’ndaki Çorum’a bağlı ilçelerin mutfaklarının özellikleri, geleneksel sofra düzeni ve kullanılan ekipmanlar, pişirme yöntemleri ve özel gün yemekleri araştırılacak” dedi.
12 Kasım 2011
Kaynak : www.corumhaber.net
19 Ekim 2011 Çarşamba
Küre Dağları Hürriyet Seyahat Eki'nde
Valla Kanyonu’ndaki kartal yuvası
Serhan YEDİG, 17 Ekim 2011
Kastamonu’da çevresi yüksek, ortası çukur alanlara “kokurdan” adı veriliyor. Çorakkıran Tepesi’nin (1134 metre) yanı başındaki Kokurdan Yaylası da çam, köknar, gürgen ormanının ortasında çorba tabağını andıran bir çayırlık. İçinden ince bir dere geçiyor. Valla Kanyonu’nun yanı başındaki bu yayla Kerte Köyü’nün otlağı. İhsan Bey’in yaz boyunca piknikçilere ve odun yüklü kamyonların şoförlerine çay, meşrubat servisi yaptığı, yaban hayvanlarından korunmak için çevresini yüksek tel çeperle çevirdiği çadırdan başka hiçbir yapı yok çevrede. Kokurdan’ın özelliği, panoramik kanyon manzarasının en güzel göründüğü Tukurkaya’ya bu yayladan ulaşılması.
Ilıca Köyü’nden hareket eden midibüsümüz, yazdan kalma güzel bir cumartesi sabahında Devrekani Çayı’nın oyduğu derin vadinin doğu yamacına yavaş yavaş tırmanıyor. Sabah vadiye girerken gördüğümüz, çayın üstünü tül gibi kaplayan sis perdesi kaybolup gitmiş. Yerini pırıl pırıl bir güne bırakmış. Kerte Köyü’ne bağlı, birkaç evden oluşan, mahalleler yol boyunca sıralanmış: Kayaali, Kancılar, Gedik... Meyve ağaçlarıyla kaplı bahçelerinde mısır, fasulye yetiştirilen ahşap evlerde kış hazırlıkları çoktan başlamış. Kazanlarda reçellik kızılcıklar, pekmezlik yaban elması şırası kaynatılıyor. Yolda tek tük köylüye rastlıyoruz. Kadınlar düğüne gidermiş gibi rengârenk giyinmiş. Kırmızı, siyah çizgili etekler, mavi iplikle desen işlenmiş parlak sarı yelekler, kavuniçi gömlekler... Dağlardaki renkler bir yana, sadece bu bölgenin yerel giysili kadınları bir fotoğraf sergisinin konusu olabilir...
DÜNYANIN EN ÖNEMLİ 200 ORMANINDAN BİRİ
Kokurdan’dan Tuturkaya’ya yürüyüş mesafesi yaklaşık 10 kilometre. Bu güzergâhı, ormandaki kestirme patikalardan yürümek de mümkün, mesafeyi uzatıp orman yolundan da. Orman yolu beyaz-kırmızı boyayla işaretlenmiş. Fakat bizim rehberimiz Emrah Özkök “Yollar kamyonlar, patikalar insanlar içindir” felsefesini savunuyor. Bu nedenle, farklı mesleklerden, 25-60 yaş arasındaki yürüyüşçülerden oluşan 20 kişilik grubumuz önce orman patikalarında, kayaların arasında iki saatlik heyecan yaşayıp, ardından orman yolunu seçiyor.
Kastamonu’dan Bartın’a uzanan Küre Dağları, Avrupa’daki korunması gereken 100 önemli ormandan biriyle kaplı. Uluslararası Doğa Koruma Vakfı’na (WWF) göre, dünyadaki en önemli 200 ekolojik bölge arasında. İçine köylerin de girdiği 37 bin hektarlık alan 11 yıldır milli park statüsünde. Her ne kadar şimdilerde HES projelerinin tehdidi altında olsa da, doğası korunuyor. Bölgede ayıdan sırtlana, vaşaktan kurta pek çok yaban hayvanı yaşıyor. İçlerinde en korkulanı ayılar. Ağırlığı 400 kiloyu bulan bu dev hayvanlar, ansızın karşısına çıkılmadıkça, yavrulu annelerine rastlanmadıkça insanlardan uzak duruyor. Yollardaki ayak izlerine, dışkılarına, ormanın kuytularındaki ezilmiş otlara bakılırsa, bu bölgede nüfusları epeyce kabarık. Nitekim yolda karşılaştığımız köylüler o gün biri yavrulu iki ayının görüldüğünü söylüyor. Güvenli yürüyüş için arada bir bağırmak, gürültü yapmak, çevredeki hayvanları varlığınıza dair uyarmak gerekiyor. Bizim grupta bu görevi üstlenenler elindeki nacakla yol açan rehberimiz ve artçı yürüyüşçü.
SOLUK KESEN MANZARA
Patika işaretlerini takip edip, 500 metre kuzeyimizde, Kanlı Çay’la Devrekani Çayı’nın birleştiği vadiye bir ok gibi uzanan diğer kayalığa doğru iniyoruz. Her iki yanımızda uçurumlar, ardında görkemli kaya duvarlar var. Kış boyunca Karadeniz’in şiddetli poyrazıyla kamçılanan sarp kayalardan geniş yapraklı, güçlü gövdeli meşeler, köknar ağaçları yükseliyor.
Orman içindeki kayaların aksine burada taşlar çıplak, hatta cilalanmış gibi. Sadece ağaç kökleri zümrüt yeşili yosunla kaplı. Taşların üstünden sekip, son bir kaya blokuna tırmanıyoruz. Ayaklarımızın altındaki manzara, yükseklik korkusu olanlarda ani kalp krizine yol açabilecek kadar ürpertici. Kaya blokunun önünde, biraz daha alçak bir makilik var. Fakat iki yanındaki uçurumlar yaklaşık 600’er metre derinliğinde. Dikkatsiz atılan adım, kayan taş, çökecek kaya bloku insanı birkaç saniyede vadinin dibine indirebilir. Nitekim geçen yıl bir fotoğrafçı genç kızın bu kayalardan düşüp, hayatını kaybettiği söyleniyor.
Tüm bu ürperticiliğine karşın manzara müthiş. Kuzeybatımızdaki vadide, yaklaşık bin metreden, 300 metreye inen Derekani Çayı ve vadisi, güneydoğumuzda aynı çayın diğer vadisi, önümüzde geniş bir vadide akan Kanlı Çay uzanıyor. Üç ayrı akarsuyun kesiştiği izlenimi veren vadinin hemen arkasındaki tepede, 30 haneli Valla Köyü ve uzaklardan rahatlıkla görülebilen bayrak direği, çayın yatağındaki turkuvaz renkli gölcükler, uzaklarda pamuk gibi bulutlar...
Bu manzarayı görmek için bu kadar yol yürümeye değer.
YÜRÜYÜŞ PARKURLARI İŞARETLENDİ VERİLER YAYIMLANMAYI BEKLİYOR
FOTOĞRAFLARI İNTERNETTE YAYILDIKÇA ZİYARETÇİSİ ARTIYOR
KARAFASILLI’NIN BUZHANESİ
Kaynak : Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki (17 Ekim 2011)
Serhan YEDİG, 17 Ekim 2011
Sonbaharın ressamları kıskandıran renklerle dolu fırçası Batı Karadeniz ormanlarında dolaşmaya başladı. Küre Dağları’nın yüksek yamaçlardaki orman güllerinin yaprakları kan kırmızısına döndü. Böğürtlen çalıları pembeye, kestane ve gürgen ağaçları altın sarısına boyandı. Avrupa’nın canlı çeşitliliği açısınan en zengin ormanlarından biriyle kaplı Küre Dağları Milli Parkı birkaç hafta içinde tamamen sonbahar renklerine bürünecek. Kastamonu’nun milli park sınırları içindeki Pınarbaşı ilçesi bugünlerde yürüyüşçülerin, fotoğrafçıların, motosikletlilerin uğrak yeri. Görkemli Valla Kanyonu, Ilıca Şelalesi ve ormanlarda bu görsel şölen kasım sonuna kadar sürecek.
Kastamonu’da çevresi yüksek, ortası çukur alanlara “kokurdan” adı veriliyor. Çorakkıran Tepesi’nin (1134 metre) yanı başındaki Kokurdan Yaylası da çam, köknar, gürgen ormanının ortasında çorba tabağını andıran bir çayırlık. İçinden ince bir dere geçiyor. Valla Kanyonu’nun yanı başındaki bu yayla Kerte Köyü’nün otlağı. İhsan Bey’in yaz boyunca piknikçilere ve odun yüklü kamyonların şoförlerine çay, meşrubat servisi yaptığı, yaban hayvanlarından korunmak için çevresini yüksek tel çeperle çevirdiği çadırdan başka hiçbir yapı yok çevrede. Kokurdan’ın özelliği, panoramik kanyon manzarasının en güzel göründüğü Tukurkaya’ya bu yayladan ulaşılması.
Ilıca Köyü’nden hareket eden midibüsümüz, yazdan kalma güzel bir cumartesi sabahında Devrekani Çayı’nın oyduğu derin vadinin doğu yamacına yavaş yavaş tırmanıyor. Sabah vadiye girerken gördüğümüz, çayın üstünü tül gibi kaplayan sis perdesi kaybolup gitmiş. Yerini pırıl pırıl bir güne bırakmış. Kerte Köyü’ne bağlı, birkaç evden oluşan, mahalleler yol boyunca sıralanmış: Kayaali, Kancılar, Gedik... Meyve ağaçlarıyla kaplı bahçelerinde mısır, fasulye yetiştirilen ahşap evlerde kış hazırlıkları çoktan başlamış. Kazanlarda reçellik kızılcıklar, pekmezlik yaban elması şırası kaynatılıyor. Yolda tek tük köylüye rastlıyoruz. Kadınlar düğüne gidermiş gibi rengârenk giyinmiş. Kırmızı, siyah çizgili etekler, mavi iplikle desen işlenmiş parlak sarı yelekler, kavuniçi gömlekler... Dağlardaki renkler bir yana, sadece bu bölgenin yerel giysili kadınları bir fotoğraf sergisinin konusu olabilir...
DÜNYANIN EN ÖNEMLİ 200 ORMANINDAN BİRİ
Bu yıl gelmek bilmeyen yaz, şimdi de gitmekte ayak diretiyor. Sonbahar eşikte, sırasını bekliyor. Ekimin ortasına geldiğimiz halde, Küre Dağları’nda geceleri sıcaklık 5 dereceye kadar inse de, gündüz 20 derece civarında. Bu nedenle güz renkleri ormanlara yeni düşmeye başlamış. Kuzeye bakan, güneş almayan sırtlardaki dağ güllerinin, dağ asmalarının yaprakları, papaz külahlarının meyveleri kıpkırmızı. Böğürtlenler ise henüz gül pembesi tonlarında. Kayınların bir kısmı altın sarısına dönmüş. 10 gün içinde tüm ormanlar bu renklere boyanacak.
Kokurdan’dan Tuturkaya’ya yürüyüş mesafesi yaklaşık 10 kilometre. Bu güzergâhı, ormandaki kestirme patikalardan yürümek de mümkün, mesafeyi uzatıp orman yolundan da. Orman yolu beyaz-kırmızı boyayla işaretlenmiş. Fakat bizim rehberimiz Emrah Özkök “Yollar kamyonlar, patikalar insanlar içindir” felsefesini savunuyor. Bu nedenle, farklı mesleklerden, 25-60 yaş arasındaki yürüyüşçülerden oluşan 20 kişilik grubumuz önce orman patikalarında, kayaların arasında iki saatlik heyecan yaşayıp, ardından orman yolunu seçiyor.
Kastamonu’dan Bartın’a uzanan Küre Dağları, Avrupa’daki korunması gereken 100 önemli ormandan biriyle kaplı. Uluslararası Doğa Koruma Vakfı’na (WWF) göre, dünyadaki en önemli 200 ekolojik bölge arasında. İçine köylerin de girdiği 37 bin hektarlık alan 11 yıldır milli park statüsünde. Her ne kadar şimdilerde HES projelerinin tehdidi altında olsa da, doğası korunuyor. Bölgede ayıdan sırtlana, vaşaktan kurta pek çok yaban hayvanı yaşıyor. İçlerinde en korkulanı ayılar. Ağırlığı 400 kiloyu bulan bu dev hayvanlar, ansızın karşısına çıkılmadıkça, yavrulu annelerine rastlanmadıkça insanlardan uzak duruyor. Yollardaki ayak izlerine, dışkılarına, ormanın kuytularındaki ezilmiş otlara bakılırsa, bu bölgede nüfusları epeyce kabarık. Nitekim yolda karşılaştığımız köylüler o gün biri yavrulu iki ayının görüldüğünü söylüyor. Güvenli yürüyüş için arada bir bağırmak, gürültü yapmak, çevredeki hayvanları varlığınıza dair uyarmak gerekiyor. Bizim grupta bu görevi üstlenenler elindeki nacakla yol açan rehberimiz ve artçı yürüyüşçü.
SOLUK KESEN MANZARA
Elimdeki GPS’e bakılırsa, çevremiz yüksekliği 1100-1300 metre irtifadaki tepeciklerle çevrili. Fakat yüksekliği 20 metreyi bulan ağaçların arasından bu tepecikleri görmek mümkün değil. Orman içinde bir süre yükseldikten sonra, Takur Tepe’ye (900 metre) doğru inişe geçip, ardından orman yoluna giriyoruz.
Sonbaharda doğada yürüyüş yapmanın en güzel yönlerinden biri, yol boyunca damağınızı tatlandırma fırsatı sunması. Erik iriliğindeki böğürtlenler, kıpkırmızı yaban elmaları, frigler, alıçlar damağınızı, yabani nane, kekik ve birçok aromatik bitki burnunuzu şenlendiriyor. Allahçıkaran Sırtı’nı geçip Tukurkaya’ya vardığımızda bizi Valla Kanyonu’nun ilk çarpıcı manzarası karşılıyor: Karşımızda sur kapısı gibi heybetli Hacer Kayası (900 metre), batımızda Gök Tepe (980 metre)... Fakat kanyonun alt tarafı bitki örtüsünden görünmüyor.
Patika işaretlerini takip edip, 500 metre kuzeyimizde, Kanlı Çay’la Devrekani Çayı’nın birleştiği vadiye bir ok gibi uzanan diğer kayalığa doğru iniyoruz. Her iki yanımızda uçurumlar, ardında görkemli kaya duvarlar var. Kış boyunca Karadeniz’in şiddetli poyrazıyla kamçılanan sarp kayalardan geniş yapraklı, güçlü gövdeli meşeler, köknar ağaçları yükseliyor.
Orman içindeki kayaların aksine burada taşlar çıplak, hatta cilalanmış gibi. Sadece ağaç kökleri zümrüt yeşili yosunla kaplı. Taşların üstünden sekip, son bir kaya blokuna tırmanıyoruz. Ayaklarımızın altındaki manzara, yükseklik korkusu olanlarda ani kalp krizine yol açabilecek kadar ürpertici. Kaya blokunun önünde, biraz daha alçak bir makilik var. Fakat iki yanındaki uçurumlar yaklaşık 600’er metre derinliğinde. Dikkatsiz atılan adım, kayan taş, çökecek kaya bloku insanı birkaç saniyede vadinin dibine indirebilir. Nitekim geçen yıl bir fotoğrafçı genç kızın bu kayalardan düşüp, hayatını kaybettiği söyleniyor.
Tüm bu ürperticiliğine karşın manzara müthiş. Kuzeybatımızdaki vadide, yaklaşık bin metreden, 300 metreye inen Derekani Çayı ve vadisi, güneydoğumuzda aynı çayın diğer vadisi, önümüzde geniş bir vadide akan Kanlı Çay uzanıyor. Üç ayrı akarsuyun kesiştiği izlenimi veren vadinin hemen arkasındaki tepede, 30 haneli Valla Köyü ve uzaklardan rahatlıkla görülebilen bayrak direği, çayın yatağındaki turkuvaz renkli gölcükler, uzaklarda pamuk gibi bulutlar...
Bu manzarayı görmek için bu kadar yol yürümeye değer.
YÜRÜYÜŞ PARKURLARI İŞARETLENDİ VERİLER YAYIMLANMAYI BEKLİYOR
Son yıllarda birbiri ardına Yenice Ormanları, Hitit Yolu, Azdavay’da yürüyüş parkurları hazırlayan, rehber kitaplar yayımlayan fotoğrafçı Ersin Demirel, geçen yıl Küre Dağları Milli Parkı’nda benzer bir çalışma yaptı. Geçmişte köylülerin kullandığı, kiraz, şimşir, tuz taşıdığı farklı rotalardaki patikalardan yararlanarak 36 yürüyüş ve 12 bisiklet parkuru hazırladı. Bu parkurları işaretledi. Bisiklet parkurlarının toplamı 900, yürüyüş parkurlarının toplamı 746 kilometreyi buluyor. Ancak parkurlara henüz tabelalar yerleştirilmedi. Milli Parklar Genel Müdürlüğü bu çalışmayı tamamladıktan sonra parkurlar, GPS kodları, yaban hayvanları ve diğer tehlikelerden korunma rehberi internette yayımlanacak, erişim ücretsiz olacak. (www.kdmp.gov.tr) GPS kodlarının bir bölümünü Ersin Demirel’in blog’unda bulabilirsiniz. (ersindemirel.blogspot.com)
FOTOĞRAFLARI İNTERNETTE YAYILDIKÇA ZİYARETÇİSİ ARTIYOR
Pınarbaşı Belediyesi iki yıldır ilkbaharda fotoğraçılara yönelik etkinlik düzenliyor. Pınarbaşı Ulusal Fotoğraf Buluşması bu yıl mayıs ayında ikinci kez düzenlendi. Fotoğraflar belediyenin web sayfaları ve Picassa üzerinden paylaşıma açıldı. Bu çabanın sonucunda Ilıca Şelalesi’ne gidenlerin sayısında önemli bir artış oldu. Şelale, ilçe merkezine 12 kilometre uzaklıkta. Ilıca Mahallesi’nden yaklaşık 10 dakikalık yürüyüşle ulaşılıyor. Belediye yollara taş döşemiş, şelalenin önüne bir seyir terası yapmış. Sarp dağlardan gelen su 10 metre yükseklikten dökülüyor. Bu arada şelalenin kaya duvarından da yeraltı suları çıkıyor. Köyde yerel mutfak ürünlerini tadabileceğiniz bir kır restoranı bulunuyor. Ilıca ismini bölgedeki sıcak su kaynağından almış. Park Ilıca bungalovlarının hemen arkasındaki Bizans hamamının sadece bir duvarı ayakta kalmış. Yeraltından çıkan su 24 derece ve şifalı olduğuna inanılıyor.
KARAFASILLI’NIN BUZHANESİ
Dereler, nehirler, yeraltı suları Pınarbaşı çevresindeki kireçtaşı dokusunu binlerce yıl içinde oyarak büyüleyici kanyonlar, mağaralar, yeraltı nehirleri meydana getirmiş. Dünyanın en uzun kanyonlarından Valla, ünlü Ilgarini Mağarası hep bu doğa olayının sonucu. Bölgede Ilgarini gibi keşfedilmeyi bekleyen birçok mağara bulunuyor. Bunlardan biri de Buzluk Mağarası. Pınarbaşı - Azdavay otoyolu üzerindeki Karafasıllı Köyü’nden yaklaşık bir saatlik orman yürüyüşüyle ulaşılıyor. Geniş bir girişi olan mağaranın tavan yüksekliği yaklaşık 20 metre, derinliği 150 metre. Üç büyük galeriden oluşuyor. Köylülerin kışın kar biriktirdiği, hazirana kadar buzlarını kullandığı mağaranın içinde su damlalarının oluşturduğu dev oluşumlar dikkat çekiyor. Tavandaki tuz ve metaller ışık tutulduğunda gümüş gibi parlıyor. Mağaranın dibindeki bazı galeriler defineciler tarafından kırılmış. Buna karşın son galerinin dibindeki oluşumlar büyüleyici güzellikte.
NASIL GİDİLİR
NASIL GİDİLİR
Kastamonu’nun Pınarbaşı İlçesi, karayoluyla İstanbul’dan 463, Ankara’dan 325 kilometre uzaklıkta. İlçede iki konaklama tesisi var: Paşakonağı sekiz odalı geleneksel bir Kastamonu konağı (0366 771 33 75), Park Ilıca beşi dubleks, toplam 14 bungalovdan oluşuyor. Bungalowlarda tuvalet, duş, sıcak su bulunuyor. (0366 711 23 57) Bölgeye yürüyüş odaklı tur firmalarıyla da gidebilirsiniz:
Kaynak : Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki (17 Ekim 2011)
26 Eylül 2011 Pazartesi
Kızılırmak Havzası Çorum Gastronomi Yolu çiziliyor
Çorum Valiliği’nce geçen yıl hazırlanan ve uygulamaya konulan Hitit Yolu Projesi’nin ardından başlatılan Kızılırmak Havzası Çorum Gastronomi Yolu çalışmaları hızla devam ediyor.
Proje kapsamında Kızılırmak Havzası boyunca uzanan yerleşim birimlerinin kültürel, tarihsel ve doğal güzellikleri değerlendiriliyor. Geleneksel ve özgün yemek kültürünün etrafında çalışmalar yürütülüyor.
Bu çalışma sırasında öncelikle Kızılırmak Havzası’ndaki Çorum’a bağlı ilçelerin mutfaklarının özellikleri, geleneksel sofra düzeni ve kullanılan ekipmanlar, pişirme yöntemleri ve özel gün yemekleri araştırılacak. Yemek ve yiyecekle ilgili gastronomik değerler belirlendikten sonar yurt dışında örnekleri görülen manzaralı araç yolu (panoramic driving route), yürüyüş ve bisiklet rotaları oluşturulacak. Çorum mutfağını şekillendiren özel ürünlerin tanıtımının yanı sıra, Kızılırmak ve çevresi boyunca var olan tarihi ve diğer kültürel değerler de söz konusu turizm projesine eklenecek.
Çeltik tarlaları, meyve bahçeleri, baraj gölleri ve ilçelerden geçen Kızılırmak’ın yaşamsal değer kattığı topraklarda yürütülecek çalışma, akarsuya sınırı olan ilçelerin tümünü kapsayacak.Tüm bölgede binlerce yıllık tarihin yansıması olan mutfak kültürü araştırılıp özgün yemekler öne çıkarılarak Gastronomi Yolu’nun temeli atılacak.
Ardından Obruk Baraj Gölü, Bayat-İskilip-Kargı-Osmancık yaylaları değerlendirilerek yürüyüş ve bisiklet rotaları belirlenecek. Güneyde Çankırı, kuzeyde Sinop sınırları arasındaki Çorum-Kızılırmak Havzası’nı bir baştan bir başa kat edecek olan çalışma esnasında doğal güzellikler, tarihi ve kültürel değerler, el sanatları, folklorik ve otantik öğeler de değerlendirilecek. Özellikle Pafligonya bölgesine giren coğrafyalardaki kaya mezarları ve antik yerleşimler, hiç çivi kullanılmadan yapılmış yöresel adı ‘çatkı’ olan yayla evleri, Bayat Eskialibey Beldesi’ndeki halı-kilim-çanta dokumalarından oluşan el sanatları çalışma kapsamına alınacak.
Çalışma sırasında köy köy gezilerek yemek kültürü ile ilgili araştırmalar yapılacak. Bu projeyle koordineli olarak devam eden “Hitit Yemekleri Yarışması Kitabı” çalışmasındaki Kızılırmak yemekleri, özet olarak Gastronomi Yolu kitap projesinde de yer alacak.
11 Ağustos 2011 Perşembe
Hitit Yolu Skylife Dergisi'nin Ağustos 2011 sayısında
17 Parkurda Hitit Yolu
BOĞAZKALE
Boğazkale Milli Parkı içindeki Hattuşa ve Alacahöyük ören yerleriyle Şapinuva antik kenti arasındaki alana yayılan Hitit Yolu, 385 kilometrelik 17 parkurdan oluşuyor. Kırmızı-beyaz işaretlerle belirlenmiş patikalara yerleştirilen tabelalar ve GPS koordinatlarıyla Hitit Yolu, hemen herkesin bisikletle ya da yürüyerek tamamlayabileceği parkurlara sahip.
HATTUŞA
Hititlerin başkenti Hattuşa, altı kilometrelik sur duvarları ve çivi yazılı tablet arşivleriyle de UNESCO’nun Dünya Belleği listesinde. Saray kompleksi, tapınaklar, tabletler, anıtsal kapılar, tahıl ambarları, sfenksler ve sur duvarlarını gezdikten sonra 23 kilometrelik Hattuşa - Boğazkale Göleti - Yazır Köyü - Hattuşa rotasını yürüyebilirsiniz.
YAZILIKAYA
Dileyenler bir başka Hitit Yolu güzergâhı olan Hattuşa’ya iki kilometre uzaklıktaki Yazılıkaya parkurunu adımlayabilirler. İlkbahar aylarında bereket şenliklerinin yapıldığı bu gizemli kutsal alan, Hitit panteonunun görselliğini yansıtan heybetli kabartmalarla mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.
ALACAHÖYÜK
Türkiye’nin en uzun nehri ünvanına sahip Kızılırmak’ın kollarından Budaközü Çayı kenarındaki Alacahöyük - Karakaya parkurunun uzunluğu dokuz kilometre. Ayrıca bölgede Kalehisar ve Selçuklu eseri Behramşah Külliyesi’ni keşfetme fırsatı bulacağınız yedi kilometrelik Alacahöyük - Mahmudiye güzergâhını deneyebilirsiniz.
İNCESU KANYONU
Ortaköy ilçesindeki kanyonda Anadolu’nun en büyük Kybele kabartması bulunuyor. Irmak debisinin yüksekliği nedeniyle zor ulaşılan iki metrelik bu dev esere yürüyüş platformu yapılması planlanıyor. Kanyonun tepesinde ise içinde eski yerleşim kalıntılarının bulunduğu bir mağara var. Yörede kale denilen mağaraya, işaretlenmiş dört kilometrelik parkurla ulaşılıyor.
GÖLETLER
Evci, Çatak, Kızılhamza, Soğucak, Kalecikkaya, Gölpınar ve Boğazkale göletlerinin kıyıları yürüyüş yapanlara hem kamp imkânı sağlıyor hem de serin bir ortam sunuyor. Göçmen kuşların da uğrak yeri olan bu göletler, gözlemi yönünden zengin bir potansiyel taşıyor. Göletler aynı zamanda kano, kürek ve yelken gibi su sporlarıyla uğraşan meraklılarını bekliyor.
KEŞİF: ALACA VADİSİ
Hitit Yolu ile turizme açılan 27 kilometrelik vadi, Alaca ilçesi yakınlarında. Geven Köyü’nden başlayan vadi Değirmenönü, Dereyazıcı ve Şanlıosman köylerini geçerek Cemilbey’e erişiyor. Gerdekkaya Mezarı, Akçasoku, Kabilkışla ve Pazarlı mağaraları gibi tarihi mekânlardan geçen vadide, biraz nemli ama bir o kadar da keyifli yürüyüşler yapabilirsiniz.
27 Haziran 2011 Pazartesi
BuklaMania'dan Hititlerin İzinde Trekking
Bukla Tur, Hitit Yolu'nu 'Haftasonu Yürüyüşleri' portföyüne ekledi.
Tur hakkında bilgi almak için
http://www.bukla.com/hititlerin_izinde_trekking.php
adresini ziyaret edebilirsiniz.
9 Haziran 2011 Perşembe
Azdavay ve Şenpazar kitapları hazır
Şenpazar Yürüyüş Parkurları kitabını edinmek için www.senpazar.gov.tr adresini ziyaret edebilir, kaymakamlik@senpazar.gov.tr adresine e-posta gönderebilirsiniz.
Azdavay Yürüyüş Parkurları kitabını edinmek için www.azdavayyuruyus.com adresini ziyaret edebilir, bilgi@azdavayyuruyus.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.
21 Mayıs 2011 Cumartesi
Alacahöyük’ün şen şarkıcıları
Alacahöyük’ün şen şarkıcıları
Serhan YEDİG
Çorum’da Hitit Uygarlığı’nın önemli kentlerini birbirine bağlayan yürüyüş yolları işaretlendi, haritaları çizildi, kent valiliğince kitap olarak yayımlandı. Hitit Yolu parkurları önceki hafta festivalle açıldı.
Dört bin yıl önce Anadolu’da dünyanın ilk ekonomik birliğini kuran, tarihte ilk kez insanların, ağaçların ve hayvanların haklarını yasayla koruma altına alan, dilleri Almanca, Fransızca’ya kaynak olan Hatti ve Hititlerin ayak izinden Karakaya - Alacahöyük parkurunda yürüdüm. Zümrüt yeşili tarlaların kıyısından, yapraklanmaya hazırlanan söğütlerin gölgesinden geçtim, bülbüllerin aşk şarkılarını dinledim.
Alacahöyük’ün kapısına 100 metre kala, bir söğüt dalına tüneyip müthiş şarkılar söyleyen tombul bülbülün gür sesiyle donup kalmadan sadece birkaç dakika önce, Uygar Özesmi’yle kuş listesi hazırlıyorduk. “Karakaya’dan bu yana, yol boyunca sesini duyup tanımlayabildiğimiz ötücü kuşların sayısı herhalde 10’u bulmuştur” demiştim. Saymaya başlamıştık: Kamış bülbülü, bülbül, büyük baştankara, tepeli toygar, tarlakirazkuşu ve diğerleri... Evet, tam 10 olmuştu.
Yürüyüş arkadaşım Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü Özesmi, jeolog ve çevrebilimciydi. 1990’larda Ankara ve İstanbul’da ilk kuş gözlem gruplarını kurmuştu. Tepelerin ardında öten kuşları hiç görmeden, sesinden tanımlayabiliyordu. Hafızasında onlarca kuşun sesi vardı. Yıllar önce yurtdışından plaklar getirtmiş, dinleyerek uzmanlaşmıştı. Böyle bir uzmanla doğa yürüyüşüne çıkmayı hayal ederdim hep. Hiç beklemediğim anda gerçekleşmişti. Özesmi’nin bu konudaki bilgisini birgün önce, minibüsle doğa harikası İncesu Kanyonu’na giderken keşfetmiştim. Onca gürültünün arasından yol kenarındaki kuşun ötüşünü duymuş “bu bir kamış bülbülü” demişti. Alacahöyük yürüyüşüne başlarken yanına gidip, rica edince yol boyunca duyduğumuz tüm kuşların isimlerini söyledi. Müthiş bir duyguydu dalların arasından şakıyan, yüzlerini göstermeyen kuşların ismini, özelliklerini o anda öğrenmek. Nasıl dişbudakla gürgeni, çınarla meşeyi ayırt ederek doğaya bakmak kişiyi “Ağaç işte canım, hepsi aynı şey” duyarsızlığından kurtarıp yeni bir algı boyutu açıyorsa, kuşların sesini tanımak da farklı bir zenginlik kazandırıyordu.
Benim aklım, sesini ayırt etmeyi beceremediğim iki toygar türüne takılmıştı. Bir yandan da Olivier Messiaen’in ünlü sözünü düşünüyordum. 20’inci yüzyılda, Debussy ve Ravel’den sonra Fransa'dan yetişen en büyük ses ustasıydı Messiaen. “Sanatsal hiyerarşide kuşlar gezegenimizin en büyük müzikçilerdir” diyordu. 10 yıl elinde dürbün, cebinde kuş kataloğuyla dağlarda gezmişti. Ses kaydı yerine, kuş şarkılarını doğrudan notaya almıştı. Bunlardan esinlenip “Reveil des Oiseaux”, “Oiseaux Exotiques”i bestelemişti. 1958’de, piyano için yazdığı başyapıtı “Cataloque d’Oiseaux,” yol boyunca dinlediklerimizi de içeren ötücü kuşlar rehberi gibiydi. Dağ ve kuş sevgisini yansıttığı eserleri okyanusu aşmış, Utah’ın White Cliffs’ine Messiaen Dağı adı verilmişti. Peki Messiaen, kuşları en büyük müzikçi ilan etmekte haklı mıydı?
Alacahöyük’ün kapısındaki minibüslere, kalabalığa inat şarkısını söyleyen bülbülden geldi cevap. Hemen dürbünlerimizi çıkarıp, sahnedeki şarkıcıyı yakından izledik. Solistimiz karşıdaki korudan gelen şakımayı dinleyip, sonra uzun uzun cevap veriyordu. Özesmi’nin söylediğine bakılırsa, üreme döneminde şiddetlenen bu şarkılar ağustosa, yani göç zamanına kadar sürecekti. Çünkü bülbül bu şarkılarla bölgesinin sınırlarını da çiziyordu.
TARİHÇİLERİN HATASI
Alacahöyük’ün çevresi demir parmaklıklarla çevrilmişti. Yönetim binası, tuvaletleri, müzesi bakımlıydı. Ören yerinin girişine yöneldiğimde, insan barajıyla karşılaştım. Hiyerogliflerle çevrili geçidin iki yanında Fırtına Tanrısı ve eşine ait sfenksler yükseliyordu. Baş tanrıyla eşi içerideki altı Hatti kralının mezarını korumakla görevliydi. Çevrede hatıra fotoğrafı çektirilecek yegane kalıntı bu iki sfenksti. Kapıdan geçenler önlerinde durup poz veriyordu.
Baş tanrıyı meşgul etmeden içeriye süzüldüm. Karşıma çıkan manzara, sıradan bir göz için hayal kırıklığıydı. Ne Hattuşa’nın Yazılıkaya tapınağındeki gizem ne de Efes’teki görkem vardı. Muhibbe Darga, Muazzez İlmiye Çığ ya da Macqeen, Schickert’in çalışmalarını okuyanlar içinse gerçek bir mucizeler bahçesinde, Anadolu’nun en önemli sanat ve kült merkezlerinden birindeydim. MÖ 2500’den, MÖ 300’e kadar tam dört uygarlık geçmişti bu alandan. Hattiler’in ellerinde şekillenmiş, onları tarihten silerken tüm tanrılarını, ibadet dillerini ödünç alan Hititlerce mükemmelleştirilmişti. Burada geliştirilen ibadet yöntemleri, ritüeller sonra ortaya çıkan dinlere kaynak olmuştu.
Aşağıdaki alana indiğimde 60 yaşlarında, ak sakallı, güler yüzlü bir Çorumluyla karşılaştım. O gün açılışı yapılan kral mezarlarını heyecanla inceliyordu. Selamlaşıp, sohbete başladık. Bay Caferoğlu, bir pasta ustasıydı. İstanbul’da Caferoğlu Pastaneleri’ni kurmuştu. “Hayırsever arkadaşlarımızla okuttuğumuz gençleri otobüsle İstanbul’dan açılışa getirdik, burayı tanımalarını istedik” dedi. Bir başka mezarın başında Alaca’dan bir köylü konuğuna açılışın öyküsünü anlatıyordu. “Kazıları yöneten hoca çok titiz. Mezarları koruyan bu camlar 190 TL’ye maloldu. Hoca firmadan cam muhafazaların suyun akacağı şekilde eğimli yapılmasını istemiş, ilk gelen düz camları söktürüp yeniden yaptırdı...”
Cam bölmelerin altında, mezarlar bulunduğu günkü gibi düzenlenmişti. Tüm kral iskeletleri yaklaşık 50 metrekarelik kum kaplı alanın bir köşesinde, yerde, başı batıya, yüzü güneye dönük yatıyordu. Çevrelerine mezardan çıkan objelerin replikaları yerleştirilmişti: Çömlek, geyik, boğa heykelcikleri, testiler ve meşhur güneş kursu. Uzun yıllar hatalı olarak Hitit’e atfedilen, Ankara’nın girişine dev heykeli yerleştirilen “Anadolu Güneşi” Hattiler’in dört bin yıl önce gezegenler, gökyüzü hakkında sistematik bilgi oluşturduğunu gösteriyordu. 18 yılını Hatti yazısını çözmeye adayan Chicago Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Oğuz Soysal’la, altı yıl önce yazdığı ilk Hattice sözlük vesilesiyle yaptığım söyleşiyi hatırladım. Hititlere yerleşik kent yaşamını, çömlek çarkını öğreten Hattilerin, Anadolu’nun ilk kaliteli kuyumcuları olduğunu söylemişti. “Mezopotamya ve Asur’un tüccarlarına vergi uygulamadan kapılarını açıp Anadolu’da ticareti geliştirdiler. Tarihte AET benzeri ilk yapılanmayı oluşturdular” demişti. Anadolu sanatında öylesine derin iz bırakmıştı ki Hattiler, Alacahöyük’ün kral mezarlarından çıkan heykelciklerdeki süslemelerin aynısı Troya kalıntılarında bulunmuştu.
Cam bölmelerin altında, mezarlar bulunduğu günkü gibi düzenlenmişti. Tüm kral iskeletleri yaklaşık 50 metrekarelik kum kaplı alanın bir köşesinde, yerde, başı batıya, yüzü güneye dönük yatıyordu. Çevrelerine mezardan çıkan objelerin replikaları yerleştirilmişti: Çömlek, geyik, boğa heykelcikleri, testiler ve meşhur güneş kursu. Uzun yıllar hatalı olarak Hitit’e atfedilen, Ankara’nın girişine dev heykeli yerleştirilen “Anadolu Güneşi” Hattiler’in dört bin yıl önce gezegenler, gökyüzü hakkında sistematik bilgi oluşturduğunu gösteriyordu. 18 yılını Hatti yazısını çözmeye adayan Chicago Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Oğuz Soysal’la, altı yıl önce yazdığı ilk Hattice sözlük vesilesiyle yaptığım söyleşiyi hatırladım. Hititlere yerleşik kent yaşamını, çömlek çarkını öğreten Hattilerin, Anadolu’nun ilk kaliteli kuyumcuları olduğunu söylemişti. “Mezopotamya ve Asur’un tüccarlarına vergi uygulamadan kapılarını açıp Anadolu’da ticareti geliştirdiler. Tarihte AET benzeri ilk yapılanmayı oluşturdular” demişti. Anadolu sanatında öylesine derin iz bırakmıştı ki Hattiler, Alacahöyük’ün kral mezarlarından çıkan heykelciklerdeki süslemelerin aynısı Troya kalıntılarında bulunmuştu.
KÖY KAHVESİNDE NAZIM HİKMET ŞİİRİ
Krallardan ayrılıp, arkamızdaki küçük tepecikteki ağaca yöneldim. Uzaktan çiçeğe benzettiğim beyazlıklar dilek bezleriydi. Dallarında neredeyse boş yer kalmamıştı. Demek ki Alacahöyük bugünün insanı için de dini ritüel merkezi özelliğini koruyordu.
Çıkışta müzeye uğradım. Alt kattaki ekranda Hatti ve Hitit uygarlıklarını anlatan bir belgesel dönüyordu. Camekanlardaki testi, matara, pişirme kapları birbirinden zarifti. Tasarımları aynen diğer uygarlıklara geçmiş, Anadolu’da binlerce yıl kullanılmıştı. 20 yıl öncesinin gündelik hayatla ilgili tasarımlarını bilmeyen, hatırlamayan günümüz insanı için şaşırtıcı bir gerçeklikti bu.
Bir ara gözüm duvardaki Mustafa Kemal portresinin yakınındaki yazıya takıldı. “Bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşcesine / Bu hasret bizim...” Hemen dönüp diğer yazıları okumaya başladım. “Ayakkabım yok diye üzülüyordum, taa ki bir gün çarşıda ayaksız bir adam görene kadar / Arap atasözü...” Bir başka duvarda Dumas’ın ve diğer önemli yazarların özlü sözleri sıralanmıştı. Nazım Hikmet’in dizelerini, Dumas’dan alıntıları Anadolu’nun ortasında, muhafazakarlığıyla ünlü bir şehrin köy kahvesinde görmek şaşırtıcıydı.
Hattilerin torunu, günümüz Bektaşilerinden başka ne beklenebilirdi ki?
BİSİKLETÇİ VE YÜRÜYÜŞÇÜLERE HİTİT YOLU’NDA 23 PARKUR
BİSİKLETÇİ VE YÜRÜYÜŞÇÜLERE HİTİT YOLU’NDA 23 PARKUR
Hitit Yolu parkurları, Çorum’daki Hattuşa, Alacahöyük, Şapinuva gibi kentleri birbirine bağlıyor. 23 parkurun haritaları, GPS koordinatları, çevre özelliklerini içeren kitap şubat ayında yayımlandı. Çorum Valiliği’nin girişimiyle Ersin Demirel’in hazırladığı kitapta uzunlukları 2 - 18 kilometre arasında değişen 11 günübirlik, uzunlukları 23 - 87 kilometre arasında değişen altı uzun yürüyüş, uzunlukları 32 - 103 kilometre arasında değişen altı bisiklet parkuru yer alıyor. “Hitit Yolu Yürüyüş Parkurları” kitabını valilikten isteyebilir ya da internetten indirebilirsiniz. (www.hitityolu.com)
Alacahöyük’teki kazılarda bulunan 3300 yıllık kabartmada, gitara benzer bir enstrümanı bugünkü gitar stilinde çalan müzikçiler yer alıyor. Çorumlu klasik gitarcı Osman Ünsal Taşçı, bu kabartmadan yola çıkarak, enstrümanın Mısırlılar yoluyla Kuzey Afrika’ya, oradan İber Yarımadası’na geçtiğine inanıyor. Hititler’in Mısırlılarca tarihten silindiği, öncesinde onlardan esinlenerek hiyeroglif kullandığı düşünülürse savında haksız sayılmaz. Çorum’da gitar kulübü kuran, 73 genç yetiştiren Taşçı, öğrencileriyle önceki hafta Hattuşa ve Alacahöyük’te konserler verdi. Ayrıca Ricardo Moyano, Carlo Dominiconi, Margarita Escarpa, Galina Vale gibi ustaların katıldığı “Hitit Gitarının 3500 Yıllık Yolculuğu” başlıklı bir resital dizisi organize etti.
Kaynak : Hürriyet Gazetesi, 23 Mayıs 2011
17 Mayıs 2011 Salı
'Güneş Kursunun İzinde' Hitit Yolu açılışı
Güneş Kursunun İzinde Hitit Yolu
Hitit Yolu Yürüyüş ve Bisiklet Parkurları’nda düzenlenen 'Güneş Kursunun İzinde Hitit Yolu Yürüyüşü' 13 Mayıs 2011 Cumartesi günü başladı.
Güneş Kursunun İzinde Hitit Yolu
Çorum Valisi Nurullah Çakır tarafından geliştirilen, yerel rehber ve doğa fotoğrafçısı Ersin Demirel tarafından hayata geçirilen Hitit Yolu Yürüyüş ve Bisiklet Parkurları’nda düzenlenen 'Güneş Kursunun İzinde Hitit Yolu Yürüyüşü' ilk kez cumartesi günü saat 10.00’da başladı.
Hitit medeniyetini yeniden canlandırmak ve doğa yürüyüşlerinin turizmdeki farkındalığını artırmak amacıyla gerçekleştirilen ve Boğazkale Yazılıkaya ören yerinde başlayan yürüyüşe Çorum Valisi Nurullah Çakır, Boğazkale Kaymakamı Murtaza Dayanç, Akut Kurucu Üyesi Nasuh Mahruki, Likya yolunu keşfederek hayata geçiren araştırmacı rehber Kate Clow ile çok sayıda tur operatörü, rehber ve doğa yürüyüşçüsü katıldı.
Bilinen en eski yolda tarihe yolculuk
Vali Nurullah Çakır, yürüyüş öncesi yaptığı açıklamada kesin olmamakla birlikte insanlık tarihinin bilinen en eski yolundan yürüyüş başlatmanın mutluluğunu yaşadıklarını söyledi.
Akut Kurusu Üyesi Nasuh Mahruki de, Anadolu'nun keşfedilmemiş değerlere sahip ve bu tür organizasyonların değerlerin tanıtımı için çok önemli olduğunu bildirdi.
Likya yolunu turizme kazandıran araçtırmacı rehber Kate Clow ise, bütün yürüyüşçülerin Hitit Yolu’ndan yürümesini temenni etti.
300 kişilik yürüyüş
Hitit Yolu’nda ilk yürüyüş, yaklaşık 300 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Boğazkale Yazılıkaya Ören Yeri’nden başlayan yürüyüş, yaklaşık 3 kilometre uzunluğundaki güzergahtan Hattuşa Surları’nda sona erdi.
Hitit Yolu açılış programı çerçevesinde Hattuşa surlarında yamaç paraşütü ve kaya tırmanışı gösterileri düzenlendi.
Hattuşa’dan Şapinova’ya
Yaklaşık 300 kişilik gezi ekibi, Boğazkale Hattuşa’daki yürüyüş ve gösterilerin tamamlanmasının ardından Ortaköy ilçesinde bulunan Şapinova Ören Yeri’ni ve doğasıyla büyüleyen İncesu Kanyonu’nu gezdi.
Hitit Yürüyüş yolu projesi kapsamında 14 Mayıs Cumartesi günü düzenlenen etkinlikler, Anitta Otel’de düzenlenen yemek yarışması ödül töreni ve Devlet Tiyatro Salonu’nda gerçekleştiriken gitar resitali ile sona erdi.
Kaynak : www.corumhakimiyet.net
10 Mayıs 2011 Salı
Hitit Yolu Hürriyet Seyahat Eki'nde
Çorum'un Hitit Yolu Şenlikle Açılıyor
St. Paul Yolu, Likya Yolu gibi Türkiye’nin ünlü yürüyüş parkurlarına bu hafta sonu yeni bir güzergah ekleniyor.
St. Paul Yolu, Likya Yolu gibi Türkiye’nin ünlü yürüyüş parkurlarına bu hafta sonu yeni bir güzergah ekleniyor.
Çorum Valiliği’nin girişimiyle, fotoğrafçı ve araştırmacı Ersin Demirel, Hitit Uygarlığı’nın Anadolu’daki en önemli kentlerinden Alacahöyük, Hattuşa, Şapinuva’yı birleştiren yolların haritasını çıkardı. Toplam uzunluğu 236 kilometreyi bulan 17 yürüyüş ve bisiklet parkurunun GPS koordinatlarını içeren haritalar “Hitit Yürüyüş Parkurları” adıyla üç dilde kitaplaştırıldı. Parkurlar işaretlendi. Hitit Yolu’nun açılışı 13 Mayıs’ta üç gün sürecek “Güneş Kursunun İzinde” şenliğiyle açılıyor. Şenlik kapsamında parkurda yürüyüşler yapılacak, "Hititlerden Günümüze Çorum Mutfağı Lezzetleri" başlıklı sunum ve yarışma düzenlenecek, yamaç paraşütü, kano, model uçak gösterileri, uluslararası bisiklet yarışması organize edilecek. Ören yerleri gezilecek. Çorum Müzesi’nde Ricardo Moyano, Margarita Escarpo, Carlo Domeniconi, Osman Ünsal Taşçı gitar resitali verecek. (http://www.hitityolu.com/)
Kaynak : Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki (09.05.2011)
23 Mart 2011 Çarşamba
Hitit Yolu kitap tanıtımı
'Hitit Yolu Yürüyüş ve Bisiklet Parkurları' kitabının tanıtımı,
- Atlas dergisinin Mart
- Kamil Koç Yolculuk Mart
- Has Seyahat dergisinin 48.
sayısında yer aldı.
11 Mart 2011 Cuma
Hitit Yolu ITB Berlin 2011 fuarında
Tematik kültür yolu olan Hitit Yolu, ITB Berlin Turizm Fuarı'nda tanıtılacak. Fuara Yeşilırmak Havzası Kalkınma Birliği (YHKB) Ajansı ile birlikte katılacak olan Çorum, tematik kültür yolu olan 'Hitit Yolu'nun tanıtımını yapacak.
Çorum Valiliği’nden yapılan açıklamaya göre Berlin'de bu yıl 45'incisi düzenlenecek olan ITB Berlin Turizm Fuarı, 8-13 Mart 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Fuara yaklaşık 150 ülkeden katılım olacak. Yeşilırmak Havzası Kalkınma Birliği Ajansı'na tahsis edilen stantta Samsun, Tokat, Çorum ve Amasya illerinin tanıtımı yapılacak.
Kültür ve Turizm Müşavirliği’nce Hitit Yolu’nun tanıtımı için ikinci bir stant tahsis edildi. Tarihi antik yollarla eski göç yolları esas alınarak projelendirilen ve 2010 Mayıs ayında başlatılarak Kasım ayında tamamlanan bir tematik kültür yolu olan Hitit Yolu’nun tanıtımı için sunumlar yapılacak.
Kültür ve Turizm Müşavirliği’nce Hitit Yolu’nun tanıtımı için ikinci bir stant tahsis edildi. Tarihi antik yollarla eski göç yolları esas alınarak projelendirilen ve 2010 Mayıs ayında başlatılarak Kasım ayında tamamlanan bir tematik kültür yolu olan Hitit Yolu’nun tanıtımı için sunumlar yapılacak.
Kaynak : www.turizmgazetesi.com
1 Mart 2011 Salı
Hitit Yolu kitabı yayımlandı
Hitit Yolu Yürüyüş Parkurları kitabı
yayımlandı.
Kitapta yürüyüş parkurlarının detaylı
anlatımının yanı sıra, GPS koordinatları
ve haritalar da yer alıyor.
Çorum Valiliği koordinatörlüğünde
hazırlanan kitabı edinmek için
info@hitityolu.com adresine e-mail
atmanız gerekecek.
yayımlandı.
Kitapta yürüyüş parkurlarının detaylı
anlatımının yanı sıra, GPS koordinatları
ve haritalar da yer alıyor.
Çorum Valiliği koordinatörlüğünde
hazırlanan kitabı edinmek için
info@hitityolu.com adresine e-mail
atmanız gerekecek.
9 Şubat 2011 Çarşamba
David Le Breton'un “Yürümeye Övgü” adlı kitabından...
“Aylaklık, acelesi olan insanın hüküm sürdüğü dünyada bir terslik gibi gözükür. Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş bir kaçış, modernliğe bir naniktir. Çılgın yaşam biçimlerimiz içinde kestirme bir yoldur, mesafe almaya elverişli bir etkinliktir.”
“Yürüme soyar, çıplak hale getirir, dünyayı nesnelerin rüzgarı içinde düşünmeye davet eder ve insana mütevazi ve güzel bir yaşamı hatırlatır. Günümüzde yürüyüşçü kişisel bir tinselliğin hacısıdır, yürüken derin düşüncelere dalar, alçakgönüllü, sabırlı olmayı öğrenir, yürüme bir tür gezici ibadet biçimidir, gezilen dolaşılan yerlerde hiçbir kısıtlama söz konusu değildir yürüyüşçü için, yürüyüşçünün çevresinde muazzam bir dünya vardır.”
“Yürüyüşçünün kırılganlığı fetih ya da küçümsemeden çok temkinli olmaya ya da ötekine açılmaya iter. Kesin olan şu ki yürüyen insan genellikle otomobil kullanan ya da trene veya uçağa binen biri gibi kibirli olmaz çünkü attığı her adımda dünyanın acımasızlığını ve yolda rastladığı insanlarla dostça uzlaşma gerekliliğini hissederek asla insan olduğunu unutmaz. Yürümek benmerkezcilikten uzaklaştırır ve insanı kırılganlığına ve gücüne götüren sınırlar içinde dünyayı yeniler. Olağanüstü bir antropolojik etkinliktir çünkü insanda sürekli anlama, dünyanın yapısı içinde yerini bulma, başkalarıyla olan bağını sorgulama kaygısı uyandırır.”
“Yürümek, az gidilen yolu seçmektir. Kişi, yürümeyi seçtiği yolun bedelini öder. Yürümek, geri adım atmayı içine sindiremez, sindirmemelidir, kişi buna izin vermemelidir. Çünkü, yürümek gitmektir, arkana dönüp bakmadan gidebilme cesaretini gösterebilmektir.”
“Yürümek, kaybettiğini kabullenmektir. Bir şeyi kaybetmek, başka bir şeyi kazanmaktır. Önemli olan neyi kaybedeceğine ve neyi kazanacağına karar vermektir. Yürümek, kararlılık gerektirir.”
“Yürümek, rastlantının ta kendisidir. Bazen kişi neye rastlayacağını önceden kestirebilir, kendisini üzeceğini bile bile o rastlantının o rastlantı olmasını sağlar. Yürümek, olabilecekleri sezmek demektir. Bir sezgi kuvvetidir. Bu yüzden bazen yaralar yürümek, ağır yaralar hem…”
“Yürümek, görmektir. Gördüklerinin fotoğrafını çekmektir. Kalbini daha fazla yaralasın, kanatsın diye… O yüzden bazen yürümek, kalbin kanamasıdır, ama kan kaybına rağmen yol almaktır. Sabırla, yaraları sarmaktır. Çünkü sabır büyütür insanı… Yürümek, bu anlamda, beklemektir biraz… Kaygıyla tanışmaktır, taşımaktır onu omuzlarında…”
“Yürümek, eşiktir. Eşikten içeri ya girersin, ya girmezsin… Artık orası sana kalmış bir şeydir.”
“Yürümek, ara vermektir, mola almaktır hayattan. Yolun sonuna geldiğini kabul etmektir. Yolun değişebildiğini görmektir. Yürümek, değişmektir.”
“Yürümek, ruh yetmezliği yaşamaktır, daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır. Kendinle hiçbir zaman barışamayacağını, tökezleyip tökezleyip duracağını bilmektir. Yürümek, tökezlemekten başka bir şey değildir desem yeridir.”
“Yürümek, bir gün yürüyemeyeceğini bilmektir. Onun için, yürümek, hep daha fazla yürümeyi istemek, yürümeye bir türlü doymamaktır. Yürümek, yetinmemektir. Yürümek, ufku geniş olmaktır. Uzlaşmamak, uzaklaşmaktır.”
“Yürümek, uzak olmaklığından dolayı özlemektir bir de… Geride bıraktıklarını, alışkanlıklarını, sevdiklerini, eşyalarını özlemektir… Yüreğinin bir parçasının hep bir yerde asılı kalmasının acısını çekmektir. Bu yüzden yürümek, yüreğin ta kendisidir. Kimbilir, belki ikisi de aynı fiilden türemişlerdir de sonradan ayrı düşmüşlerdir.”
“Sadece elimle yazmıyorum; ayağım da katılmak istiyor bu etkinliğe her zaman…”
“Yürüme soyar, çıplak hale getirir, dünyayı nesnelerin rüzgarı içinde düşünmeye davet eder ve insana mütevazi ve güzel bir yaşamı hatırlatır. Günümüzde yürüyüşçü kişisel bir tinselliğin hacısıdır, yürüken derin düşüncelere dalar, alçakgönüllü, sabırlı olmayı öğrenir, yürüme bir tür gezici ibadet biçimidir, gezilen dolaşılan yerlerde hiçbir kısıtlama söz konusu değildir yürüyüşçü için, yürüyüşçünün çevresinde muazzam bir dünya vardır.”
“Yürüyüşçünün kırılganlığı fetih ya da küçümsemeden çok temkinli olmaya ya da ötekine açılmaya iter. Kesin olan şu ki yürüyen insan genellikle otomobil kullanan ya da trene veya uçağa binen biri gibi kibirli olmaz çünkü attığı her adımda dünyanın acımasızlığını ve yolda rastladığı insanlarla dostça uzlaşma gerekliliğini hissederek asla insan olduğunu unutmaz. Yürümek benmerkezcilikten uzaklaştırır ve insanı kırılganlığına ve gücüne götüren sınırlar içinde dünyayı yeniler. Olağanüstü bir antropolojik etkinliktir çünkü insanda sürekli anlama, dünyanın yapısı içinde yerini bulma, başkalarıyla olan bağını sorgulama kaygısı uyandırır.”
“Yürümek, az gidilen yolu seçmektir. Kişi, yürümeyi seçtiği yolun bedelini öder. Yürümek, geri adım atmayı içine sindiremez, sindirmemelidir, kişi buna izin vermemelidir. Çünkü, yürümek gitmektir, arkana dönüp bakmadan gidebilme cesaretini gösterebilmektir.”
“Yürümek, kaybettiğini kabullenmektir. Bir şeyi kaybetmek, başka bir şeyi kazanmaktır. Önemli olan neyi kaybedeceğine ve neyi kazanacağına karar vermektir. Yürümek, kararlılık gerektirir.”
“Yürümek, rastlantının ta kendisidir. Bazen kişi neye rastlayacağını önceden kestirebilir, kendisini üzeceğini bile bile o rastlantının o rastlantı olmasını sağlar. Yürümek, olabilecekleri sezmek demektir. Bir sezgi kuvvetidir. Bu yüzden bazen yaralar yürümek, ağır yaralar hem…”
“Yürümek, görmektir. Gördüklerinin fotoğrafını çekmektir. Kalbini daha fazla yaralasın, kanatsın diye… O yüzden bazen yürümek, kalbin kanamasıdır, ama kan kaybına rağmen yol almaktır. Sabırla, yaraları sarmaktır. Çünkü sabır büyütür insanı… Yürümek, bu anlamda, beklemektir biraz… Kaygıyla tanışmaktır, taşımaktır onu omuzlarında…”
“Yürümek, eşiktir. Eşikten içeri ya girersin, ya girmezsin… Artık orası sana kalmış bir şeydir.”
“Yürümek, ara vermektir, mola almaktır hayattan. Yolun sonuna geldiğini kabul etmektir. Yolun değişebildiğini görmektir. Yürümek, değişmektir.”
“Yürümek, ruh yetmezliği yaşamaktır, daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır. Kendinle hiçbir zaman barışamayacağını, tökezleyip tökezleyip duracağını bilmektir. Yürümek, tökezlemekten başka bir şey değildir desem yeridir.”
“Yürümek, bir gün yürüyemeyeceğini bilmektir. Onun için, yürümek, hep daha fazla yürümeyi istemek, yürümeye bir türlü doymamaktır. Yürümek, yetinmemektir. Yürümek, ufku geniş olmaktır. Uzlaşmamak, uzaklaşmaktır.”
“Yürümek, uzak olmaklığından dolayı özlemektir bir de… Geride bıraktıklarını, alışkanlıklarını, sevdiklerini, eşyalarını özlemektir… Yüreğinin bir parçasının hep bir yerde asılı kalmasının acısını çekmektir. Bu yüzden yürümek, yüreğin ta kendisidir. Kimbilir, belki ikisi de aynı fiilden türemişlerdir de sonradan ayrı düşmüşlerdir.”
“Sadece elimle yazmıyorum; ayağım da katılmak istiyor bu etkinliğe her zaman…”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)